12 Ekim 2011 Çarşamba

Halıcılığın Tarihi Gelişimi


Halıcılığın günümüze gelinceye kadar hangi tarihlerde, nerelerde, kimler tarafından, ne şekilde dokunduğunu, arkeologların kazılarından elde ettikleri halı kalıntılarından ve bu alanda araştırma yapan bilim adamlarının çalışmalarından öğrenmekteyiz. Kazılardan elde edilen halı parçalarından, halının hangi zaman diliminde kimler tarafından dokunduğunu ve nasıl bir kalite özelliğine sahip olduğunu araştırmacılar ortaya koymuşlardır. Bu araştırmalardan elde edilen sonuçlara göre halıcılık eski tarihlerden bu yana boyamada, desende, düğüm tekniğinde ve ebatlarda gelişme göstererek günümüze kadar gelmiştir. Bu değişimlerin bir kısmı teknolojideki gelişmelere paralel olarak ortaya çıkmıştır.
Dünya tekstil tarihinde yaklaşık 3000 yıldır temel yapısı değişmeden bu güne kadar önemini saklamış tek ürün el halısıdır.
İlk zamanlar insanların yaygı ve örtü ihtiyaçlarını karşılamak için meydana getirdikleri halı, sonraları değerli bir sanat eseri olarak sarayları, mabetleri ve şatoları süslemiş, ressamların tablolarına konu olmuştur. El dokusu halıcılığın çok eski bir geçmişi vardır. Arkeolojik araştırmalara göre tarihsel devirlerde yaşamış insanlar; ağaç kabuğu ve liflerini örerek ilk dokumayı meydana getirmişlerdir. Diğer dokumaları tarihin akışı içerisinde, insanlar hayat şartlarına göre oluşturmuşlardır.
Ancak bunun yanında kalite açısından bir ilerleme olduğunu söylemek zordur. Çünkü en eski tarihlerde dokunmuş halıların kalitesine (düğüm sayısına) bugün dahi erişilmediğini görmekteyiz.
Halıcılık insanlığın en eski el dokuma sanatlarından birisidir. Halıcılığın kökeni Milâttan önceki yüzyıllara kadara uzanmaktadır. Bulunan eski halının M.Ö. V. Yüzyılda dokunduğu ve en eski halı örneği olduğu konusunda, halı bilginleri arasında kuvvetli bir fikir birliği varadır. Gördes düğümü tekniğiyle dokunmuş çok ince bir işçilik gösteren koyu ve açık kahverengi zeminli, sarı desenli, 1 cm2  deki düğüm sayısı 36 olan 1.83 X2 metre büyüklüğündeki bir halıya rastlanmıştır. Güney Sibirya’daki Pazırık bölgesindeki kurganların birinde bulunan bu halının, eyer örtüsü olarak kullanıldığı belgelenmiştir. Halı bir mezarda at iskeletlerinin yanında bulunmuştur.
Diğer yandan İran’da 16. Yüzyılda halı sanatı ile minyatür sanatının birleştirilmesi araştırmacılarca ilginç karşılanmıştır.[3]
Halıcılığı tarih içinde araştıran yabancı bilim adamlarının büyük bir çoğunluğu ön yargılı olarak konuya yaklaşmışlardır. Halıcılığın ilk yurdunun neresi olduğu konusunda, yabancı araştırmacıların değişik yorumları vardır. Bunlardan bir kısmı, Erzurum dolaylarında bir ermeni şehri olan Kalıklay’ı, diğer bir kısım araştırmacılar ise İran’ı halının ilk yurdu olarak göstermişlerdir. Ancak kazılar sonucu ortaya çıkarılan halılar bu fikirleri çürütmüştür. Şemsi takvimini 1327’nci yılında Abadan şehrinde çıkmış olan Ahbar-ı Hefte adındaki derginin 98. Sayısının ikinci sayfasında İslâmiyet’ten önce İran’da halı dokunmadığı açıklanmaktadır. Diğer yandan İslâm Ansiklopedisi’nde iddia edildiği gibi, halı adının kalı kelimesinden meydana geldiği doğru değildir. Çünkü: Kalıklay’ın ikinci yarısını düşerek niçin kalı kaldığı ve kalı kelimesinin de nasıl halı olarak değiştiği ilmi bir şekilde açıklanamamaktadır. Bunun yanında halının ilk vatanının, İngiliz bilginlerinden C. Etatterssalla, Himalayalar’ın ve Hindistan’ın kuzeyindeki geniş topraklarda yaşayan göçebe halkın yurtları olarak kabul etmektedir.
Türkistan ile Sibirya arasındaki Pazırık yaylasında bulunan kurganlardan ilkel halı ve renkli keçe parçaları bulunmuş ve bu parçaların hiç bozulmadan buzlar içinde günümüze kadar geldiği görülmüştür. 1937 yılında Leningrad’da Rus İlimler Akademisi tarafından bastırılmış olan eserlerde halının ilk vatanının Orta Asya olduğu açıklanmıştır. Bundan başka Noyan Ula’da bulunan mezarlardan bir çok büyük küçük halı parçaları çıkarılmıştır. Yazılan bu eserler ve bulunan kalıntılardan anlaşıldığına göre, halının ilk vatanının, Türklerin çoban göçebe olarak yaşadığı bölgeler olduğu ortaya çıkmaktadır.
Eski devirlerden bugüne kadar halının en önemli hammaddesi yündür. Yünün elde edildiği koyuna Türkler öylesine önem vermişlerdir ki tarihte Karakoyunlular, Akkoyunlular adıyla devletler kurmuşlardır. Sene isimlerinden birisini de Koyun Yılı olarak kabul etmişlerdir. Profesör Rifiştal bir konferansında, “Koyun yetiştiren bir millet için halı imalatı pek tabii bir keyfiyettir” demiş ve halıcılığın tarihinin Türkler’le birilikte başladığını vurgulamıştır.
Halı Anadolu’ya ve İran’a Selçuklularla birlikte girmiştir. Ancak Anadolu’da ilk dokunan halılardan elimizde çok az sayıda parça kalmıştır. Yangınlar, savaşlar, yurt değiştirmeler, el değiştirmeler bizi bu hazineden mahrum bırakmıştır. Fakat halıcılık sanat dalı olarak Anadolu’da kalmış ve günümüze kadar da bütün ihtişamıyla devam ederek gelmiştir.  Düğümlü halı ilk defa 11. Yüzyılda Selçuklulardın hakimiyeti ile görülmüştür. 1271-1272 yıllarında Anadolu’dan geçen Marka polo, seyahatnamesinde Dünyanın en güzel halılarının, en kaliteli halılarının Anadolu’da dokunduğunu yazmıştır. Konya, Kayseri, Sivas gibi şehirlere bu halıların imal edildiği merkezlerin başında geliyordu.
Selçuklu halılarında geometrik motiflerle zenginleştirilmiş bir desen dünyası vardır. İri kufi yazılı bordürler bu halıların en karakteristik özelliğidir. Bugün bu halıların karakteristik özellikleri, Anadolu’nun bazı yörelerinde halen yaşatılmaktadır. Bunlardan birisi de Kayseri’nin Yahyalı yöresidir. Selçuklular döneminde Anadolu’da dokunan bu zengin desenli halılardan, yalnızca o dönemin başşehri olan Konya’da bulunmaktadır. 16.yüzyılda İran halılarının ayrı bir özellik kazanmasına kadar burada da halı Selçuklulara has şeklini korumuştur. İran’da 16.yüzyıldan önce dokunan halılar geometrik desenli halılardır.[8]
11. yüzyılda Anadolu’da başlayan halıcılık 13. Ve 14. Yüzyıllarda zirveye ulaşmıştır. 14. Yüzyılda daha çok küçük kareli, geometrik desenli halılar dokunmuştur. 12. Yüzyıl boyunca halı imalatı ev tezgahlarında dokunurken, 13. Yüzyılda atölye halıcılığına geçilmiş ve bu dönemde büyük ebatlı halılar dokunmuştur. Bu dönemden elimizde pek az örnekleri kalan kıymetli halılar, Avrupa saraylarını süslemiştir ve bu gün Avrupa müzelerinde yüzlercesi bulunmaktadır.
15. yüzyıl halıcılık tarihimizin karınlık bir dönemidir. Anadolu Selçuklularıyla birlikte 200 yılık saltanat süren halıcılık, 15.yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu döneminde yok olmuş gibidir. Bu döneme ait bir tek halı örneği bile günümüze gelmemiştir. Bu olay elbette o dönemde halı dokunmadığı anlamına gelmez. Çünkü geleneklerine bağlı Türk köylüsü en azından kendi ihtiyacını dokumaya devam etmiş olsa gerektir.
16. ve 17.yüzyılda Türk halıcılığı, ikinci parlak dönemini yaşamıştır. Bu devirde saray ve camilerin ihtiyacını karşılamak için çok miktarda halı dokunmuş ve desenlerde Osmanlı mimari sanatının izleri görülmeye başlanmıştır. Bu dönemde halıcılık yine ev ekonomisi biçimine dönüşmüş ve küçük tipte halılar dokunmuştur. Bu dönemdeki halılar, motif bakımından daha zengin ve teknik açıdan daha ince olmasına rağmen, Selçuklu dönemi halılarının kaile ve ihtişamına erişilememiştir.
18. ve 19. yüzyıllarda ihracata yönelik III. Dönem Türk halıcılığı diyebileceğimiz dönem başlamıştır. Bu dönemde halı ekonomik olarak değer kazanmış ve siparişe göre halı dokunduğundan sanat değeri ikinci planda kalmıştır. Günümüze kadar da bu özellik süregelmiştir. Bugün ülkemizin bir çok bölgesinde ev halıcılığı, atölye halıcılığı ve makine halıcılığı, kısmen geçmişin sanat geleneğine bağlı, ticari yönü  ağırlıklı olarak sürdürülmektedir.
  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder