2 Ekim 2011 Pazar

Orta Asya Dönemi


Orta Asya dediğimiz uçsuz bucaksız topraklarda, yüzyıllar içinde birbirine zıt iki kültür ve sanatın geliştiği gözlenir. Kuzeyde her an hareket halinde bulunan göçebe topluluklara rastlanmakta güneyde su kenarlarında yerleşik toplulukların çok taraflı uygarlıkları gelişmektedir. O. Lattimore, bozkırda bilinen ilk göçebelerin, yaşamlarını Orta Asya vahalarında sürdürürken, zamanla iklimlerin kuraklaşması sonucunda körleşen tarımı bir yana bırakarak, hayvanlara elverişli otlaklar bulmak amacıyla göç etmek zorunda kaldıklarını ileri sürer.
Hayvancılığın büyüklü küçüklü vadilerde gelişerek yaygınlaşması ve nüfusun çoğalması üzerine, çobanlar bozkıra çıkarak sürüye daha az önem veren çiftçilerin bıraktıkları yaylalar arasında hayvanlarına otlak arıyorlardı. M.Ö. X’ uncu yüzyıllarda bozkırdaki durum yarı göçebeleşmiş ve en çok hayvan beslenmeye başlanmıştır. Av ve tarım bu topluluklarda varlıklarını halen sürdürüyorlarsa da, önemleri bir hayli büyük at ve koyun sürüleri beslemek değer kazanmıştı.
Topluluğun bütün kadınları ve kızları, zamanlarını keçe ve yaygı yapımı hazırlıklarında veya tezgahlarının başında oturarak geçirirlerdi. Hepsi birer sanat eseri, renk cümbüşü ile bezenmiş keçeleri ve nefis halı dokumalarını ve iş için kullanılacak iplikleri bükmekle vakitlerini değerlendirirlerdi. Ünlü Pazırık halısını zemine serilmek üzere değil de, at örtüsü olarak dokunduğu kuvvetle tahmin edilmektedir. Atlarını süslemek, onun koşum takımını ve eğerini bozkırda karşılaştığı hayvan figürleri ile bezenmişti. Göçebe Türk toplulukları, yetiştirdikleri hayvanların yünlerinden gereksinimlerini meydana getirirlerdi.
Yün, kendileri için gerekli her şeyi yapmalarına olanak veriyordu: elbise çadır örtecek, keçe, çorap, çadırın içine döşenecek çok güzel dokunmuş halılar, zengin nakışlarla bezenmiş keçeler yeri ve duvarları kaplarlar. Bunlar göçebe çadırların eskiden beri alışılmış konforu ve süsünü oluştururlardı.
Türk boyları, çadırlarını büyüleyici nakışlarla bezenmiş rengarenk keçelerle ve büyük incelikle dokunmuş nefis halılar ve kilimlerle döşerlerdi. Ellerinin altında kolaylıkla elde ettikleri yün malzemelerden fazlasıyla yararlanıyorlardı. Barınak olarak çadırı kullanan göçebe toplulukların, yünden üretilmiş dokumalardan, yaygılardan mahrum yaşamaları olanaksız.
Hunların bu devirde birkaç çeşit barınak çadır kullandıkları anlaşılıyor. En basit, hiç şüphesiz, sırtların birbirleriyle çatışarak konik bir meydana getirenidir. Kurganlardan çıkan deri sırımlarla birleştirilmiş altı sırık, bir tipte bir çadır anlayışını aksettiren çok önemli verilerden biridir. Bu sırıklar bir şekilde toprağa konduğunda üzeri keçe ile kapatılır, böylelikle yalın ve çok pratik bir barınak elde ediliyordu. Kurganlardan bu tarzda çadırları örtmek üzere enlemesine dokunmuş ve çift kat dikilmiş bezler çıkartılmıştır. Onların durmaksızın halı, kilim, keçe v.s. gibi yaygıları hazırlamaları başka sebeplerle gerekli idi. Gereksinimlerin dışında, geleneklerin baskısı da mevcuttur. Örneğin; kızların çeyiz için belli bir miktarda halıya, kilime, cicime, heybeye ve daha birkaç dokumaya ihtiyacı vardı. Müstakbel gelinin dokunmuş halı, kilim, çanta, torba çeşitli yaygılar ve örtüler yönünden durumu ne kadar ise, göçer ailenin şerefi de düğünde bu oranda yüksek olurdu.
Bugün hala Anadolu’nun birçok köşelerinde rastlayacağımız “çeyiz hazırlığı anlayışı” bu geleneğin devamından başka bir şey değildir.
İnce bir zevkle dokunmuş halıları, kilimleri, cicimleri ve keçeleri üzerinde yedi dağın rengini ve yedi iklimin sırrını ayna gibi aksettirmişlerdir. Çadırın içinde birçok köşeyi kaplayan rengarenk betimlerle süslü keçeler mekana bir bahar havası getirir. Normal büyüklükte bir yurdu kaplayacak keçe örtüler, aşağı yukarı üç yüz kilo ağırlığında bir yün gideri ile ortaya çıkardı.

1 yorum: